Şimdi yazacaklarımı şuan Türkiye’de olan ve daha önce göçmenliği tatmamış biri anlayabilir mi bilmiyorum. Ben de yeni yeni anlamaya başladım, içim dolu ve anlatabilmek umuduyla da sizinle paylaşmak istedim.

Dünyanın diğer ucunda öylece çaresizliği, çaresizce izliyoruz. Bir yandan canlılar yanıyor, insanlar evsiz kalıyor, daha önce ürettikleri oksijeni içimize çektiğimiz, sırtımızı dayadığımız, denizin içinde yüzümüzü dağlara dönüp huzurla baktığımız ağaçlar kül oluyor, içimiz yanıyor; diğer yandan liyakat ile alakası olmayan bir takım yöneticilerin açıklamaları, olayları izleyişleri, rahat hâlleri, “itibarla, acizlikle” süslenmiş cümleleri, bu cümlelere gözünü kapatarak destek verenleri görüp beynimiz yanıyor.

Bencillik yapıp biraz uzaklaşayım, en azından bizi delirtmek için üst üste açıklama yapan bazılarını görmeyeyim diye telefondan uzak kalmaya, sosyal medyaya bakmamaya çalıştım ama olmadı.

Çıktım evden, biraz yürüyüş yaptım. Toronto merkeze 10 dakika uzaklıkta oturuyorum, parklar var, milyon dolarlık araziler, kafamı kurcalıyor her defasında, çünkü alışmışım, soruyorum kendime içten içe: Ya bu milyon dolarlık arazilere nasıl apartman dikmiyorlar? Toronto’da bu kadar ev problemi varken, yetmiyorken buralar boş kalıyor. Alabildiğine uzanan ağaçlar. Bitki koparmak bile yasak bu parklardan.

Todmorden Mills Heritage- Evren Başer – 2021

Bunları neden diyorum biliyor musunuz? Öyle burası böyle, şurası şöyle diye bir kıyaslama için değil, tam bir şizofreni içinde olduğumuzu fark ettiğim için yazıyorum. Büyüdüğüm ülke ile sosyal medyada yaşarken, burada sokakta bambaşka bir hayat yaşıyorum. Hayır, bundan da kopamıyorum, uzak kalamıyorum. Bilmiyorum bu iki deliliği yaşamayan birine nasıl anlatırsın ama öyle işte. Hem ‘olurunu‘ görmek hem aynı anda ‘olmayan‘ halini görmek bambaşka bir deneyim. Bunu son yangın felaketi ile iyice anladım.

Ne oradayız ne burada. Çok beylik laflar duydum. Kaçtınız kurtardınız kendinizi hala Türkiye ile uğraşıyorsunuz gibi. 7 yaşında bir çocuk olarak gelsem, burada büyüsem, ailem burada olsa belki Türkiye’de olan her şeyi başka bir ülkede oluyormuşçasına izlerdim. Ama ben 26 sene bu ülkenin suyunu içmiş, orada büyümüş, denizine girmiş, oy vermiş, onlarca anı biriktirmişim.

İçinde nefes aldığım ormanlar yanıyorken, buradan çaresizce izliyorken, elimden gelen tek şey biraz da olsa maddi yardım ve bu yardımı yaparken “ulan bu yardım gerçekten yerine ulaşacak mı” diye on kere düşünüyorken bu iki delilik hali iyice bastırdı.

Uykularım kaçıyor, midem bulanıyor sinirden. Etrafımda sakin, sorunsuz bir hayat akıyor, yan komşum çocuklarıyla evinin önünde mutlulukla oynuyorken, ben yanlarından içimdeki bambaşka bir dünya ile geçiyorum.

Yaşadığım hiçbir şey elbette şuan orada binbir sorunla uğraşan, canını dişine takıp elinde kovayla su taşıyan, evi yanan, bu ‘bazı insancıklara’ her gün katlanan güzel insanlar ile kıyaslanamaz ama bir türlü içimi dökmem lazımdı.

Bu satırları Instagram hesabımda da paylaştım ve gördüm ki yalnız değilim. Burada yaşayan bir çok arkadaşım da aynı şeyleri düşünüyor. O yüzden buraya da taşımak istedim.

Okuyan, vaktini ayıran, derdimi düdükleyenler de kusura bakmasın.

Instagram üzerinde sonradan vazgeçseler de yazdıklarından  “aslında Kanada’nın da çok masum olmadığını, 100 yıl önce insanları katlettiğini” yazanlar oldu. Alakası elbette yok ama işte neden yazıldığı da belli.

Buradan bir ekleme yapayım böylece. Bakın bu yazı ‘Kanada her şeyi doğru yapan bir cennet’ kıyaslaması değil. Bu içimde ortaya çıkan sıkıntının yazıya dönüşmüş hali. Merak etmeyin ben de biliyorum Kanada’yı. Gazetelerinizden okuduğunuz gibi 100 yıl öncesine de gitmenize gerek yok. Ormanlarını hala biçip, maden ocakları açan bir ülke Kanada. Çevre politikaları hala tartışmalı.

Fakat bir gerçek var sevgili okuyan, o da ne olursa olsun eninde sonunda elinde kalanlara bakıyorsun. Yöneticilerin yaptıkları açıklamalara, alınan önlemlere ve bir çok şeye. O zaman anlıyorsun, daha doğrusu böyle kriz zamanlarında anlıyorsun kim gerçekten ‘strong’ kim sadece afişin üzerine yazmış.

Bazılarının en sevdiği renge dönüştü Ege, Antalya. Artık çoğu yerinde yeşil hakim değil, kül rengi. Bu satırlar yazılırken hala yanıyor, yanmaya devam ediyor.

Geçmiş olsun Türkiye, geçmiş olsun tüm canlar.

Yorum bırak