Bir varmış bir yokmuş, uzak kıtalardan birinde, karlı sokaklarıyla ünlü Montreal’in kalbinde, bir müze varmış ki içine adım atanı sanatla sarıp sarmalarmış… A dostlar, ben de bir sabah, elimde FIJET basın kartım, yüreğimde merakım, bu müzenin kapısından içeri süzüldüm. Göz göze geldiğim ilk tabloyla birlikte zaman durdu, sesler sustu ve renkler konuşmaya başladı. Evet, bu yazı, Montreal Güzel Sanatlar Müzesi’nde geçirdiğim, biraz sihirli biraz soğuk geçen o günün hikâyesidir vesselam.

🏛️ Bir Şehir, Bir Müze, Bin Hikâye

1380 Sherbrooke Street’in köşesinde, bir gezginin rotasını değiştirecek bir yapı yükseliyor. 1860 yılında kurulan bu müze, yalnızca bir sergi alanı değil; adeta şehrin kalbi gibi atan bir sanat mabedi. İçinde tam 47.000’den fazla eser var; her biri başka bir zaman çizgisinden izleyicisine ulaşıyor. Roma döneminden günümüze, yerli halkların renklerinden modern sanatın deneysel çizgilerine kadar uzanan bir koleksiyon…

Yolum galeriler arasında kıvrılırken bir noktada duruyorum. Bir maskenin önünde. Siyah taşlardan oyulmuş, gözleri boş ama içine bakınca koskoca bir halkın hikâyesi yatıyor. Yerli sanatına ayrılan bölümdeki eserler yalnızca görsel değil; sesli, dokulu, ruhlu… Sanat burada sadece duvarda asılı değil, bir beden gibi, bir nefes gibi yanınızda. Kanada’nın yerli halkları (nam-ı diğer First Nations), Métis ve Inuit topluluklarının kültürel mirası, bu bölümde büyük bir saygıyla sunuluyor. Her obje bir yaşam biçimini, bir direnişi, bir topluluğun zamana karşı aktardığı bilgeliği anlatıyor. Bence sanat kavramını burada yalnızca estetik değil; aynı zamanda bir hafıza ve onarıcı bir anlatı olarak tanımlayabiliriz.

🖼️ Müzenin Ev Hali: Sanat Kapınızı Çalarsa

Çağımızda, gezginlerin her zaman yolda olması gerekmez; bazen keşifler sadece bir tık uzaklıktadır. İlk kez Google Arts aracılığıyla online müze deneyimlerim olmuştu. MMFA’nın bu konudaki sunduklarına eve gelince baktım. Gerçekten de “Museum from Home” projesiyle dünyanın dört bir yanından sanatseverlere evlerinden çıkmadan harika sergiler sunuyor. Ekran başında sanatın dönüştürücü gücüne tanık olmak için size linki bırakıyorum.

Bir sabah kahvenizi alıp müzenin online koleksiyonuna göz atabilir, bir yandan çağdaş sanatla ilgili podcast dinleyebilir, diğer yandan çocuklar için hazırlanmış atölyeleri çizgi film yerine açabilirsiniz.

🎨 Müzenin Kalbine Bir Seyahat

Her katta bambaşka bir dünya. Montreal Güzel Sanatlar Müzesi, dostlar, yalnızca bir binadan ibaret değil; altı katlı dev bir zaman kapsülü gibi… Quebec ve Kanada sanatına ayrılan bölüme çıktığımda kendimi kolonyal dönemin tüy kalemli eskizlerinde buldum. Tuvalin rengine sinmiş bir milletin geçmişi; bazen pastoral, bazen başkaldıran bir fırça darbesiyle konuşuyor. Quebec’in sanat patlaması yaşadığı 70’li yıllara uzanan bu bölümde, yaklaşık 500 eser sessizce ziyaretçileri selamlıyor. Ahşap çerçevelerle çevrili eski bir otoportreye bakarken bir ressamın yalnızlığını hissediyorsunuz; bir başka odada, soyut renklerle Kanada’nın sisli kıyılarını.

Sonra adımlarım beni daha kuzeye, daha soğuk ama bir o kadar da ruhu sıcak bir diyara götürdü: Inuit halkının yaşantısını anlatan ᐆᒻᒪᖁᑎᒃ – UUMMAQUTIK / Yaşamın Özü bölümü. Asinnajaq adlı Inuit sanatçının küratörlüğünde hazırlanan bu sergi, kuzeyin sessiz çığlıklarını taşıyor. Sanki karların altında bir kalp atıyor, ve bu sergi o kalbin sesi. Bazen bir heykel bir kadının rüyasını anlatıyor, bazen bir fotoğraf uzak kutup gecelerinde söylenmiş bir şarkının yankısı gibi.

Ardından uluslararası sanat koleksiyonlarının olduğu bölüme geçtim. Michal and Renata Hornstein Pavilion for Peace’teki dört kat boyunca, Orta Çağ’dan bugüne sanatın yürüdüğü patikada adımladım. Bir yanda Rönesans’la parlayan renkler, bir yanda modernizmin çığlık çığlığa tuvallerine çarpan karanlıklar… “Barış” teması, sadece bir sözcük değil; her eser bu kavramın başka bir yüzünü gösteriyor.

Derken bir başka salonda, dünya halklarının yankılarını duydum: The Arts of One World. Martinique’li filozof Édouard Glissant’ın “dünyasal” modernlik kavramı, bu 10 galeride hayat bulmuş. Dünya halklarının eşit ve karşılıklı etkileşim içindeki sanatsal üretimleri sergileniyor. Bir Afrika maskesinin yanına bir Tibet heykeli kondurulmuş, Japon fırça darbeleriyle Peru desenleri aynı ritimde dans ediyor. Burada hiçbir kültür diğerinin önünde değil, hepsi aynı hikâyenin eşit parçaları. Sahi, biz de bu hikâyenin bir parçası değil miyiz a dostlar?

Araya bir nefes molası… Biraz gün yüzü görmek ve bir kuple nefes almak için yolumu bir bahçeye sürdüm. Müzenin sınırlarını sokağa taşıyan bu alan, adeta bir açık hava galerisi gibi. Heykel Bahçesi olarak adlandırılan bu alanda Sherbrooke Caddesi boyunca uzanan 20’den fazla heykel bulunuyor.

Son olarak, yerin altına doğru bir iniş: Jean-Noël Desmarais Pavilion. Burası artık eksi 2. kat ve çağdaş sanatın sesi, sözü, suskusu… Acaba müze “underground” kavramı ile çağdaş sanat akımını mı harmanlamış burada? Sormadan geçemedim. Büyük tuvaller, dijital enstalasyonlar, sesli-video işleri… 1980’lerden günümüze uzanan bu bölüm, günümüzün kaygılarına, ırkçılığa, kimlik tartışmalarına, çevresel krizlere ayna tutuyor. Eserler periyodik olarak yenileniyor, yani her gelişte yeni bir şeyle karşılaşmak garanti.

Bir Müzenin Ardından🚶🏻‍♂️‍➡️

Şimdi, dostlar, bir müze düşünün ki sadece sanat eserlerini değil, aynı zamanda iyileştirici gücünü de sunuyor. Sanat terapisi programlarından, eğitim atölyelerine kadar herkes için erişilebilir ve kapsayıcı bir dünya kurmuşlar burada. Girdiğimde kendimi bir konuk gibi hissettiğim müzeden, oranın bir parçası olarak çıkıyorum.

Ve evet, FIJET basın kartımla ücretsiz gezdiğim bu müze artık benim Montreal’deki uğrak yerim oldu. Her yolculuğumda uğrayacağım, her dönüşümde kendi içimdeki dönüşüme şahit olacağım.

Çalışma saatleri ile ilgili seyyah dostlara küçük bir not: Müze, Pazartesi hariç her gün açık. Çarşamba günleri geç saate kadar, saat 21.00’e dek misafirlerini bekliyorlar. Geri kalan günlerde ise 10.00 – 17.00 arasında kapıları sanat için açık.

📝 Müze Defterine Son Not

Montreal bir sanat şehriyse, bu müze onun kalbidir diyebilirim. Yolunuz bu tarafa düşerse mutlaka uğrayın. İçeri girin, bir bankta oturun ve bırakın renkler size bir şeyler anlatsın. Bazen en güzel hikâyeler sessizlikte saklıdır.